Holloywood’un en yetenekli oyuncularının, direktörlerinin ve yazarlarının hikaye anlatımının gücünü kutlamak için Akademi Ödüllerinde bir araya geldiği yılın o vaktindeydik. Geçtiğimiz pazar, kırmızı halıdaki yürüyüşleri için süslenip hazırlanan aktörler, usta öykücülerden çok podyum mankenlerine benziyor. Ancak modern pazarlamacıların bu insanlardan öğrenebileceği bir iki şey var.
Peki gerçekte bu Hollywood tipleri içerik pazarlama hakkında ne biliyor? Oscar ödüllü aktör Kevin Spacey, Content Marketing World 2014’ün kapanış konuşmasında tam da bu soruyu sordu. Ama Content Marketing Institute’a katılan insanlar Kevin Spacey’in konuşmasını izlerken ne yaptıklarını tam olarak biliyorlardı. Aktörler, yönetmenler, senaristler çoğu pazarlamacıdan çok daha uzun süredir sürükleyici hikayeler yaratıyorlar. Yakın zamana kadar çoğu pazarlamacı, aslında sadece onlara verilen görevleri daha fazla kelimeyle yapan birer reklamcıydı. Şimdiki görevleri ise daha zor ama daha eğlenceli: büyüleyici hikayeler anlatmak.
Hikaye anlatma tekniklerinden ilham almak için kitaplar, tiyatro oyunları, filmler ve bu konuda harika eserler çıkaran insanlardan başka nereye bakılabilir?
Spacey’in o gece bahsettiği hikaye anlatma tekniklerinin en önemli kısımları ve bizim yeni rolümüzle ilgili konuşması o odadaki bütün içerik pazarlamacılarının gönlünü aldı:
“Bir hikayenin en önemli kısmı seyircidir. Hikaye ile yöntem ve uzunluğun hiçbir bağı yok ve bunlar içerik pazarlayıcılarının herkesten çok benimsediği öğeler. Artık kimi tanıdığınız veya neye paranızın yettiği önemli değil, ne yapabildiğiniz önemli. Seyirciler fikirlerini söylediler. Hikaye istiyorlar, hikayeler için çıldırıyorlar. Bizim onlara doğru şeyi vermemiz için tezahürat yapıyorlar. Sunduğumuz hikayeler hakkında konuşuyorlar, arkadaşlarına anlatıyorlar, Twitter’da, Facebook’ta, bloglarda bu hikayeler hakkında yazıyorlar, fan sayfaları ve komik gif’ler yaratıyorlar ve onlara çoğu gişe rekorları kıran filmlerin hayal dahi edemeyeceği içtenlik ve tutkuyla sarılıyorlar ve tek yapmamız gereken onlara bunu sağlamak.”
Tabii “onlara bunu sağlamak” pek kolay sayılmaz. Spacey’in bahsettiği başarıyı ve seyirciyle bağ kurabilecek hikayeyi yaratmak zaman, yaratıcılık ve sağlam hikaye teknikleri gerektiriyor. Bunları akılda tutarak bu seneki Oscar adaylarına bakalım ve onların hikaye anlatma teknikleri hakkındaki tavsiyelerini görelim.
Joel ve Ethan Coen – The Bridge of Spies
Onlarının başarılarının sırrı: şekerleme yapmak.
NPR’dan Terry Ross onlara senaryolarını nasıl yazdıklarını sorduğunda Ethan çoğunlukla ilham gelene kadar kestirdiklerini itiraf etti. Kardeşi Joel: “Birlikte ofise gidiyoruz ve bir odanın içindeyiz. Bir miktar uyukluyor olabiliriz, ama önemli olan ilham geldiğinde ve yazacak bir şeyimiz olduğunda ofiste olmamız.”
Böyle bir cevap Coen kardeşleri tembel olarak gösterebilir ancak yaptıkları filmler aksini gösteriyor. Aynı zamanda uykunun yaratıcı düşünceye olan önemini inceleyen bilimsel araştırmalar da bu durumu destekliyor. Örneğin 2010’da yapılan bir araştırmada, uyuklamak katılımcıların yaratıcılık üzerine uygulanmış testlerdeki sonuçlarını %40 geliştirdi. İçerik pazarlamacılarına ve patronlarına çıkan ders ise şu: Ufak bir mola takım üyelerinin daha iyi hikayeler üretebilmesi için ihtiyacı olan şey olabilir.
Onun başarısının sırrı: duygusal bağ kurmak. Spook dergisine anlattığı üzere:
“[senaryo yazma kuralları hakkında], O kuralları okumayı ve onları unutmaktan hoşlanıyorum ve gönlümden geldiği gibi hareket ediyorum. Kimsenin, en azından ben hariç, kurallardan ve listelerden doğan bir hikaye anlattığını zannetmiyorum. Bu süreç biraz daha esasi ve duyguların yönlendirdiği bir süreç. O kurallar harika kriterler ve rehberdir – ancak sadece takıldığınız da size yardımcı olurlar.”
Buradaki ders: Marka pazarlamacılığın hızla evrim geçirdiği şu zamanlarda kesin doğru cevaplar ve seyirciyle duygusal bağ kurmayı garantileyecek sıkı kurallar yok. Şimdi her zamankinden daha fazla iç sesimize güvenme, daha derine inme ve rekabetin içinden sıyrılıp parlayacak hikayeler yazmak için risk alma zamanı.
Alejandro González Iñárritu – The Revenant
Başarısının sırrı: vizyonuna sadık kalırken aldığı geri bildirimleri değerlendirmek.
Alejandro, Final Draft’a verdiği röportajda takım çalışmasının ve kendi iç sesine güvenmenin arasındaki dengeyi açıkladı:
“Ortaya harika bir şey çıkması için saçma şeyler söylemem gerekiyor veya saçma şeyler duymam gerekiyor ki onları harika şeylere çevirebileyim. Bu sebepten, iş birliğinin kritik olduğunu keşfettim. -eğer doğru yerden gelirse, paylaşılacak bir sevgi var, paylaşılacak yeni bir bakış açısı var, beraber olmanın verdiği bir neşe var… Ne söylemek istediğimi biliyorum. Günün sonunda bir yönetmen olarak o arabayı sadece sen süreceksin. Nasıl bir arabaya ihtiyacın olduğunu bilmen gerekiyor. Ne istediğini net olarak bilmen gerekiyor yoksa kaybolmak çok kolay. Eğer bu konuda netsen, kişinin kendi sesini kaybettiğini düşünmüyorum ama sesinin getireceği olasılıkları arttırdığını düşünüyorum.”
Buradaki ders: Geri bildirim döngüleri, hikaye anlatmanın önemli aşamalarından biri olup, detaylara fazla takılıp büyük resmi göremediğimiz anlarda bize yeni bakış açıları sunuyor. Öteki yandan, tıpkı bir mutfakta gereğinden aşçı olduğu zamanki gibi, gereğinden fazla fikir olursa kuvvetli hikayeler çok fazla yöne çekilip etkisini kaybedebilir. İşte bunun için yanımızda yetenekli pazarlamacıların olması gerekiyor, böylece gerektiğinde fikirlerini verebilirler ama kendi işimizi halledebileceğimize güvenmeliler.
Phyllis Nagy – Carol
Başarısının sırrı: Alt metinler ve incelik.
Backstage sitesine verdiği röportajda alt metinlerin öneminden bahseden Nagy:
“Benim için, alt metinlerin kullanımı -özellikle diyaloglarda- kaliteli bir dramatik yazının temelidir. Tipik olarak kullanılan olayların gereğinden fazla açıklanması kavramı benim ilgimi çekmiyor.”
Bu konuyu Creative Screenwriting dergisine konuşurken daha da açan Nagy:
“Çoğu genç senarist için –bu benim için de geçerli– kendi odanda bir senaryo yazmak ile bir başkasının kullanmak isteyeceği bir senaryo yazmak arasında bazı farklar var. Bazen bu farklar çok ince ama olay senin görsel keskinliğinde ve “bana bakın, beni gösterin” tarzı aşırı sözel, şov tarzı yazım biçiminden uzak durmakta bitiyor. Ve bu yazım stili pek ilgi çekici değil, çünkü kimse başkalarının o kadar akıllı olduğunu duymayı sevmiyor.”
Buradaki ders: Bir markanın hikayesini anlatmak kitlelere ne düşünmelerini veya ne almalarını gerektiğini söylemek değil, onları ince, kurnaz ve sürükleyici bir hikaye ile etkilemek. Seyirci kitlenizin markanız ve hikayeniz arasındaki bağı kuracağına güvenin.