Geride bıraktığımız ay, değerli gazeteci dostumuz ve aynı zamanda okuldaşımız Şafak Altun Türkiye’de ilklere imza atan girişimcilerin öykülerini anlatan yeni kitabını yayınladı; Öncü girişimciler- Türkiye’nin ilkleri”.
Kitapta, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye toplumunu ilklerle tanıştıran ve değişik alanlarda ilk yerli üretimi gerçekleştiren 80 civarında girişimcinin ve kuruluşun öyküsüne yer veriliyor. Altun, kitabında bir taraftan Cumhuriyet’in ilk kuşağının, iflas etmiş bir ekonomiyi yeniden ayağa kaldırmak için verdiği mücadeleyi anlatırken, bir taraftan da ülke insanlarının imza attığı “ilk”leri kayıt altına almayı amaçladığını söylüyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkede sermaye birikiminin çok cılız olması, pek çok alanda zorunlu olarak kamu girişimciliğinin yolunu açarken, yerli girişimciler de devlet tarafından teşvik ve himaye görüyorlardı. “Devlet eliyle zengin yaratıldığı” eleştirilerinin kaynağı olan bu politikalar elbette tartışılabilir, ancak Şafak Altun’un kitabındaki öyküler, 1800’lerin sonunda, 1900’lerin başında 1920’lerde 30’larda Türkiye’de yaşayan insanların girişimcilik ve yatırım gibi konulara öyle sanıldığı kadar da uzak olmadığını gösteriyor.
Örneğin Osmanlı döneminde tekstil dışında ciddi olarak yatırım yapılan ilk alanın çimento olması, o dönemdeki girişimcilerin de ülkenin altyapı ihtiyacını iyi analiz ettiklerini gösteriyor. Yılda 20 bin ton çimento üretme kapasitesine sahip Aslan Çimento’yu Kocaeli’de 1910’da kuran Rum işadamlarının öngörüsü gerçekten takdire şayan. Tabii Osmanlı’da Rum tebaanın müslüman tebaaya göre ticaret, finans ve sanayi konusundaki birikimi elbette tartışılmaz. Ancak 1920’lerde daha Cumhuriyet bile ilan edilmemişken, Eyüp Sabri (Tuncer) Bey’in Ankara’da bir mağaza açıp, sattığı tüm ürünlerin fiyatını gösteren bir broşür basmasına ve üstüne üstlük broşüre bir de bedava kolonya kuponu koymasına ne demeli? 1922’de İzmir’de endüstriyel ölçekte makarna üretmeye başlayan Hasan Tahsin Piyale’nin ilk üretimlerinden sonra gidip İtalya’dan makarna kalıbı getirmesi de yaptığı işi gerçekten uluslararası standartlara göre kavradığını göstermiyor mu?
Osmanlı’nın son döneminde veya Cumhuriyet’in ilk yıllarında İzmir’in, Kocaeli’nin görece daha gelişmiş yerler olduğunu, Ankara’nın ise başkent unvanını kazanmasıyla zaten girişimcilere büyük olanaklar sağladığını düşünebilirsiniz. Ancak Cumhuriyet ilan edildiğinde yalnızca İstanbul, Adapazarı ve Tarsus’ta bulunan elektriğin üretimi için ilk yerli girişimin 1926’da Kayseri’de ortaya çıkması, Anadolu insanının o tarihlerde yatırım ve girişim konusunda sahip olduğu bilinç düzeyini gösteriyor. Kayseri eşrafından 20 kişinin 1926’da kurduğu ve ana sözleşmesinde Atatürk’ün imzası bulunan Kayseri ve Civarı Elektrik Şirketi, Bünyan Şelalesi’nde bir hidroelektrik santrali inşa edip, buradan elde ettiği elektriği, nakil hatlarıyla Kayseri ve Talas’a aktarmaya başlar. Ancak tarih 1929’dur; evler ve sanayi tesisleri için üretilen elektrik, yöre insanından beklenen ilgiyi görmez. Görmez ama, şirket ortakları da İstanbul’dan getirdikleri bir vagon dolusu ütü ve avizeyi promosyon olarak dağıtıp tüketimi artırmayı düşünebilecek derecede -bugün dahi pek çok işletmede bulunmayan- pazarlama içgörüsüne sahiptirler ve yörede elektrik tüketimini artırmayı başarırlar.
Şafak Altun, kitabında pek çok çarpıcı girişim öyküsünü son derece kısa ve öz biçimde anlatıyor. Nuri Demirağ’ın 1930’larda Beşiktaş’ta kurduğu uçak fabrikası, Yeşilköy’de yaptığı havaalanı, Filip Linas’ın sonradan Baylan diye tanıyacağımız Loryan Pastanesi, Mollazade Nuri Bey’in 1926’da, 70 yaşında kurduğu Uşak Şeker Fabrikası, Sabri Kılıçoğlu’nun 1927’de faaliyete geçirdiği tuğla fabrikası, 1923’te kurulan Broderi Narin, Kafkas Kestane Şekeri, Uludağ Gazozu, Turyağ, Banat, Kot, Yeşil Kurdura, Profilo, Arçelik, bunlardan bazıları. Tabii yakından tanıdığımız, Türkiye’de adı bir dönem su yalıtımıyla özdeşleşen, halen sevgili dostumuz Özcan Özman’ın ikinci kuşak olarak yönettiği Emülzer’i de anmadan geçmeyelim. Ancak Altun’un kitabında dikkati çeken bir başka nokta daha var. O da Cumhuriyet’in ilk kuşağına örnek olma sorumluluğuyla hareket eden Mustafa Kemal Atatürk’ün de aslında bir girişimci olması… İş Bankası ve Atatürk Orman Çiftliği’nin bizzat Atatürk tarafından ve Atatürk’ün sermayesiyle kurulması da iki ilginç öykü olarak kitapta yer alıyor. Birincisini dönemin İmar Bakanı Celal Bayar’dan dinleyelim:
“Bir gün Atatürk’ün kayınpederi Uşakizade Muammer Bey bana geldi. Gazi’nin ve kendisinin 250 bin liraları bulunduğu, bununla ithalat ihracat işleri yapmak istediklerini, fakat Gazi Hazretleri’nin kendisine ‘Bir kere de Celal Bey’e sorunuz…’ dediğini söyledi. İthalat-ihracat işlerinin çok riskli olabileceğini (…) Sonra Gazi’nin bu gibi işlere isminin karışmaması gerektiğini düşündüm. Bu 250 bin lira ile 1 milyon sermayeli bir banka kurulmasını, bunun bir amme hizmeti olabileceğini düşündüm (…)”
Evet. Tahmin edebileceğiniz gibi bu bankanın adı İş Bankası!
İkinci öykü olan Atatürk Orman Çiftliği ise Atatürk’ün bozkırın ortasındaki Ankara’da bir şeyler yapılabileceğini göstermek için, biraz da inatla hayata geçirdiği bir proje olarak aktarılıyor. Bunu da Atatürk’ün kendisinden dinleyelim:
“İstediğimiz yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında, hem bataklık, hem çorak, hem de kötü bir yer. Bunu biz ıslah etmezsek, kim gelip ıslah edecektir…”
Öncü Girişimciler, bence bütün girişimcilerin okuması, çalışma arkadaşlarına, özellikle de genç yönetici adaylarına önermesi gereken bir kitap. En zor koşullarda, en olmaz denilen işlerin biraz azim ve çalışmayla nasıl başarılabildiğini anlatıyor. Dünya eskiye göre çok daha hızlı değişiyor ve bu değişimin hem sosyal, hem de ekonomik alandaki sonuçlarının olumlu olması için herkesin bu yönde çaba göstermesi gerekiyor. Gazi’nin dediği gibi; bunu biz yapmazsak kim yapar ki?